Türkiye’nin korona pandemisiyle karşılaşmasının üzerinden tam beş hafta geçti. 11 Mart günü ülkemizdeki ilk vakanın resmi olarak duyurulmasından bu yana 19 Nisan 2020 Pazar itibarıyla tam 86.306 kişi COVID -19 virüsüne enfekte oldu, 2.017 kişi vefat etti ve 11.976 kişi de hastalığı yenerek hastanelerden taburcu oldu. Türkiye bugün tespit edilen vaka sayısı açısından İran’ı ve salgının ilk başladığı ülke olan Çin’i geçerek dünya sıralamasında yedinci sıraya yükseldi; resmin pozitif tarafına göre de en çok vaka görülen ilk 15 ülke arasında en az ölüm vakası olan ikinci ülke konumundayız.
Korona karşısında ilk anda şoke olan, far görmüş tavşan misali donup kalan ve zihnindeki her şeyi donduran metropol toplumu bugün hayata, topluma, ekonomiye ve yerleşik kurumlara bambaşka gözlerle bakıyor. Toplumsal şokun ardından, varlığını sürdürme güdümüzün baskın gelmesiyle anlama ve uyum sağlama perspektifi ile hayatımızı yeniden düzene sokmaya çalışıyoruz. Geçtiğimiz ay toplumun bir kesiminde egemen olan inkar ve önemsememe davranışları ise külliyen silindi gitti.
Bugün bir çoğumuz karamsarız ve endişeliyiz; bugünümüzden ve geleceğimizden. İşte bu ruh hali, anlama ve bugüne uyum sağlama çabalarımıza eşlik ediyor. Türkiye’de hemen herkesin 2018’den beri süre gelen ekonomik krizden kaynaklanan sorunları ve kaygıları mevcut; ancak bugün bunlar ikincil öneme indirgenmiş sorunlar. Bugün hayatımız bir virüs etrafında dönüyor ve şekilleniyor. Virüs, algılarımızın ardındaki temel gücü ele geçirmiş durumda. Ve biz virüs karşısında tek başımıza kalmamak için var gücümüzle uğraşıyoruz.
Metropol illerinde bugün hanelerin beşte ikisi geleceğine dair son derece karamsar, önümüzdeki on iki ayı geçtiğimiz dönemlere kıyasla çok daha da kötü geçireceğine inanıyor. Tüketicilerin bu karamsar ruh halini en çok fiyat artışı, mevcut borçlarını ödeyememe ve özellikle belli sektör çalışanları arasında baskın olan işsiz kalma endişesi besliyor. Enflasyon artışına dair beklentiler bugüne dek ölçtüğümüz en yüksek düzeyde bulunuyor. İşçiler, küçük esnaf ve beyaz yakalı çalışanlar mevcut ekonomik koşullardan olumsuz olarak en çok etkilenecek kesimler olarak zihinlerde hemen ön plana çıkıyor.
Karamsar ruh hali 2018 Ekonomik Krizi’nin başlamasından bu yana en tepe noktalardan birisine ulaşmış durumda. Üstelik, ülkenin ekonomik durumuna dair beklentiler ile kıyaslandığında, metropol nüfusunun bir bölümü ülke iyi olsa bile kendi özel durumun daha da kötü olacağına inanıyor ve bir çaresizlik duygusuyla baş başa kalıyor. Bugüne dek gözlemlediğimiz ‘ben de ülke ile beraber yükselirim ya da düşerim’ değerlendirmesi artık bazı tüketiciler için geçerli değil, bazı kesimler düşüşü daha keskin ve bir başlarına yaşayacaklarına inanıyorlar.
Bugünün karamsarlık, endişe ve hatta çaresizlik duyguları içinde gözler devlete ve hükümete çevrilmiş durumda; burada sözü edilen devlet partilerden ya da kişilerden bağımsız olarak kurumsal devlet, büyük harf d ile yazılan Devlet. Metropollü tüketiciler arasında bugünlerde güven arayışı en üst düzeylerde seyrediyor; toplum ekonomik sorunlara ve kaygılarına karşın ülke ekonomisine ve ülkenin bu sorunları aşacağına inanıyor. Her şeye karşın ekonomiye duyulan güven bugün en üst mertebede; bu güven düzeyini buraya taşıyan da tüketicilerin çaresizlik karşısındaki en temel savunma mekanizmalarından birisi olan başka bir dünya mümkün mekanizmasını harekete geçirmeleri.
Toplumun devletten beklentisi çok yüksek. Bu mekanizmanın çökmesi, toplumun travmalarına bir başka derin travma daha ekleyecek.
Türkiye’de metropollü tüketiciler pandemi karşısında bugün siyasi kurumlar ile farklı bir ilişki kuruyorlar. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne yönelik destek düzeyi bugün en üst düzeyde, ancak bu sisteme verilen bir destek, çünkü benzer bir destek artışını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için görmüyoruz. Benzer bir şekilde, metropol nüfusunun pandemi karşısında yerel projeler üreten belediye yönetimlerine de destekleri artmış durumda bulunuyor. Özellikle Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın çalışmalarını beğenenlerin, destekleyenlerin oranı seçimde aldığı oyların da üzerinde bulunuyor.
Tüketicilerin pandemiye yönelik olarak alınan önlemleri ve çalışmaları partiler üstü bir şekilde değerlendirmelerinin en önemli kanıtı Hükümet’in ve Sağlık Bakanı’nın bu alandaki çalışmalarına yönelik değerlendirmelerde gözlemlenebiliyor. Metropol tüketicilerinin yüzde 75’i Hükümet’in ve yüzde 90’ına da Sağlık Bakanı’nın korona pandemisi karşısında aldığı önlemleri destekliyor ve yapılan çalışmaları beğeniyor. Metropol illerinde yaşayanların yarısından fazlası Türkiye’nin dünyada virüse karşı en iyi savaşan ülke olduğuna inanıyor. Her ne kadar daha düşük bir oranda olsa da haberdar olanlar arasında tüketicilerin yüzde 41’i de korona karşısında alınan ekonomik önlemleri beğeniyor ve destekliyor. Hükümet’in zayıf karnı ekonomik yaklaşımında ve çözüm olarak sunduğu önlemlerde.
Bunun yanı sıra, yine siyaset üstü bir tutumla toplumun yaklaşık üçte ikisi Hükümet tarafından başlatılan ‘Biz Bize Yeteriz Türkiyem’ kampanyasına ve bu orana yakın bir kesim de Hükümet tarafından yasaklanan belediyelerin bağış toplama kampanyasına destek veriyor. Kamuoyu iki kampanya arasında fark görmüyor, ayrımda bulunmuyor. Topluma fayda sağlayacak her kampanya nereden gelirse gelsin kabul ediliyor, muteber bulunuyor.
Toplum bugün pandemi karşısında, virüse karşı verilen savaşta siyaset kurumuna ve aktörlerine yeni bir sayfa açmış bulunuyor. Toplum siyasi aktörler ile ilgili değerlendirmelerini bu aşamada dondurmuş bir durumda, devletin meseleye siyaset üstü bir çözüm getirmesini bekliyor. Hükümet’in ve AKP’nin geleceğini de bu beklentinin karşılanıp karşılanmayacağı tayin edecek. Toplum – siyaset dengesinin nereye doğru evrileceğini önümüzdeki dönemde daha da net görme şansına sahip olacağız.
Tüketicilerin içinde bulunduğu ruh hali ve onu besleyen güdüler kuşkusuz ki günlük hayattaki davranışları da şekillendiriyor. Bugün sadece kısıtlı bir tüketici kitlesi sanki hiçbir şey değişmemiş gibi eski hayat tarzını sürdürüyor. Tüketicilerin ezici bir çoğunluğu geleceğe yönelik endişeler sonucunda bir çok harcama kaleminde keskin kısıntılar yaparken (tatil, giyim, aksesuar, kozmetik alışverişi vb.), ev içi üretimin hızla yükseldiğini ya da ev içi eğlenceye ayrılan bütçenin arttığını gözlemliyoruz. Artık eve kapanan tüketicilerin alışveriş kanal tercihlerinde online alışveriş altın dönemini yaşıyor.
Bugünün koşullarında tüketicileri yalnız bırakan, onların güven arayışlarına henüz karşılık vermeyen en önemli kurumlar şirketler ve onların markaları. Bugün tüketicilerin yüzde 85 gibi büyük bir kesimi bu zor zamanlarda yanlarında hissettikleri, gönüllerini çalan bir marka olmadığına inanıyorlar. Tüketicilerin bu anlamda zihinleri ve kalpleri bomboş. Burada tüketicilerin zihninde yer eden markalar son derece sınırlı; Koç Holding, Arçelik ve LC Waikiki gibi markalar bu anlamda bir adım önde duruyorlar. Oysa ki içinde bulunduğumuz günler tüketiciye dokunmak ve onları kollamak için en kritik günler.
Tüketicilerin şirketlere yönelik temel beklentileri hızlı tüketim ürünlerini hijyenik koruyuculuğu arttırmak için ek ambalajlar içinde sunmaktan temel finansal sorunlarına çözüm getirebilecek yaklaşımlara kadar geniş bir yelpazede endişelerini bertaraf edecek çözüm önerileri geliştirmeleri; geçim kaygılarının ve işsizliğin yaygınlaştığı bu günlerde ürün ve hizmet ihtiyaçlarına ekonomik çözümlerle erişimin sağlanması ve şirketlerin çalışanlarına sahip çıkarak başta sağlık alanı olmak üzere sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirmeleri ve devlete destek olmalarıdır.
Toplum, şirketlerin ve markaların endişe giderici, sorunlara çözüm sağlayan ve toplumsal hayatın devamlılığına destek olacak bir rol üstlenmesini beklemektedir. Bu beklentiye eşlik edebilecek temel duygusal ihtiyaçlar da güven ve iyimserliktir.
Gün, hızla değişen tüketiciyi keşfetme ve farklılaşan ihtiyaçlarını anlama günü. Gün, tüketici ile yeni bir dil ile yeni bir ilişkiyi tesis etme günü. Bu anlamda farklılaşabilen, tüketicinin gönlünü çalabilen markalar ve şirketler korona sonrası günlere son derece güçlü ve itibarları yükselmiş olarak girecekler.